Aile şirketleri ekonomiler için büyük bir dinamizm ve yenilenme kaynağı. Çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren ve ailelerin yönettiği bu şirketler, dünyada ülkelerin milli gelirinin yüzde 45 ila 70’ini oluşturuyor. Portekiz’de bulunan şirketlerin yüzde 70’i, İngiltere’de yüzde 75’i, İspanya’da yüzde 80’i, ABD’de yüzde 96’sı aile işletmelerinden oluşurken, bu oran ülkemizde yüzde 95 seviyesinde görülüyor.
İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Şen, Türkiye’de ekonominin bel kemiğinin aile şirketlerinden oluşmasının ekonomi açısından hem avantaj, hem de dezavantaj oluşturduğunu ifade ediyor. Prof. Dr. Şen “Pazarın ihtiyaç duyduğu oranda yeni işletmenin aile girişimleri ile ortaya çıkabildiğini göstermesi yönünden avantajdır. Diğer yönüyle ise dezavantajdır. Aile işletmelerinin zaman içinde kurumsallaşmış, profesyonel şirketlere dönüşme oranı az olduğu ve kısa ömürlü oldukları için sektörde boşluk yaratmaktadır” diyor.
Dünyada halâ varlığını sürdüren birkaç yüzyıllık aile şirketleri mevcut. Bunlar arasında global ekonomiye yön veren bazı perakende ve otomotiv devleri de yer alıyor. Bu tablo aslında, asırlık ömre sahip olmak isteyen aile işletmelerine de referans teşkil ediyor.
Ancak aile şirketlerinin sürdürülebilirliği tüm ülkeler için genel sorun. ABD’de yeni kurulan aile şirketlerinin yüzde 40’ı daha ilk 5 yıl içinde yok olmakta, geri kalanların yüzde 66’sı birinci kuşakta iflas etmekte ya da el değiştirmekteler. Dolayısıyla ikinci kuşağa kadar devamlılığını sağlayan aile şirketlerinin oranı yüzde 20’yi geçmemekte ve hatta bu yüzde 20’nin ise sadece yüzde 17’si üçüncü kuşağa kadar devam ediyor. Sonuçta 100 aile şirketinden sadece yüzde 3.4’ü üçüncü kuşağa dek yaşamını sürdürebiliyor.
İlk aile işletmesinin 1870’li yıllarda kurulduğu Türkiye’de de 3. ve hatta 4.nesile kadar geçen işletme sayısı maalesef çok az.
Aile şirketlerinin kurumsallaşma konusunda gerekli adımları zamanında atamadığı için dağıldığını dile getiren Değer Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı ve Davranış Bilimleri Uzmanı Dr. İlhami Fındıkçı, sürdürülebilirliğin, kurumsallaşmaya bağlı olduğunu söylüyor. Makina İmalatçılar Birliği’nin dergisine konuşan Dr. İlhami Fındıkçı, aile şirketlerinin kurumsallaşmayı başardıkları oranda ömürlerini uzatarak, köklü şirketler olabildiğini ifade etti. Dr. İlhami Fındıkçı, her aile şirketinin kendine özel kültür, karakter ve kişiliğe sahip olduğunu, bir örneğin çözümünün diğerine uymayabileceğini belirtiyor.
Dr Fındıkçı aile şirketlerinin süreklilik için neler yapması gerektiğini şu sözlerle özetliyor:
“Aile ile şirket arasındaki mantık ve duygu birlikteliği dengesine özen gösterilmeli. Herkes patron olmamalı, patronların da bir patronu olmalı. Özellikle aile bireylerinin harcamaları kontrol edilmeli. Ailenin şirketteki ağırlığı, hisse oranları belirgin olmalı. Nitekim kimi zaman ortaklar hisselerini bilemeyebiliyor. Aile olmanın verdiği gücü, dinamizmi kaybetmeden kurumsallaşmalı. Aile üyelerinin kurumda çalışması ile hisse sahibi olması ayrı şey. Aile üyesinin potansiyel ve yetenekleri elveriyorsa kurumda çalışması sağlanmalı. En alt düzeylerden başlayarak çalıştırılmalı ve kurumda çalışmadan önce bir başka şirkette deneyim edinmeli. Yeni kuşakların her şeyden önce sağlıklı iletişimin var olduğu belirli değerler zinciri, kültür ve geleneğin olduğu aile ortamında yetişmeleri gerekli. Ailedeki eğitim gençlerin öğrenim ve iş hayatlarında birinci dereceden etkili. Aile şirketinin ayakta kalması için ortakların aile ve özellikle eşleriyle ilişkileri çok önemli. Evde mutsuz olan bireyler, bu mutsuzluklarını iş ortamına da taşır. Aile şirketinin kalıcı olması isteniyorsa, kuralları, geleneği, değerleri ve en önemlisi belirli bir saygı kültürü olmalı. Bunun için mümkünse kurumun yazılı bir anayasası oluşturulmalı. Zamanla değişebilecek kuralları konsensüsle belirlemeli. Aile şirketi sahipleri, ortakları, yeni kuşak yönetici adayları, kendilerini doğal lider olarak görmemeli.…”
Kurumsallaşma, her türlü etkileşim ve iletişimde belirli kuralların hâkim olması anlamına geliyor. Aile şirketlerinin üyeleri birbirlerine akrabalık bağları ile bağlı. Oysa işletme, mantığın ve kuralların hâkim olduğu bir kurum. Sıkıntı da burada başlıyor. Çünkü aile şirketi üyeleri, yanlarına başka insanları da almak ve işlerini büyütmek istiyor. İşler büyüdükçe belirli bir sistematiğe ve kurallar zincirine olan ihtiyaç da artıyor.
Prof.Dr. Ali Şen kurumsallığın aile işletmesi olsun olmasın, tüm işletmeler için günümüz piyasa koşullarında bir zorunluluk olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr.Şen “İşletmenin kurumsallaşmasında kurumun yapısı ve süreçlerin tanımlanması, yetki, sorumluluk ve rollerin belirlenmesi, hesap soranla hesap verenin ayrıştırılması, standart uygulamaların ve denetim mekanizması oluşturulması gibi adımların atılması gerekir. Aile anayasası, kayırmacılığı önlemek için gerekli prensiplerin yazılı hale getirilerek, özellikle hissedarlık sözleşmelerinin düzenlenmesi gibi profesyonelleşme adımlarının atılması aile şirketlerinin nesiller boyu sürmesi için kritik öneme sahiptir” diyor.
“Bugün bu şirketi var eden koşullara ait olan bilgi, yarın koşullar değiştiği için farklılaşacak ve o şartlara uygun bilgi oluşturulmazsa şirket varlığını küçülerek sürdürecektir. O halde bunun yönetilmesi gereken bir faktör olduğunu kurucular fark etmese bile, aile anayasası bunu önceden koymak zorundadır. Teknik bilgi, Pazar bilgisi, şeffaflık kriterleri vardır. Bunlar aile anayasasına konularak işletmenin ömrü ve sürdürülebilirliği ile ilgili kurallar belirlenir. Aile anayasasının amacı budur. Ama aile anayasasında sadece ortaklıklarla ilişkiler, hissedarların ilişkileri gündeme getirilirse, şirketin varlığına ilişkin diğer konular göz ardı edilirse, o aile anayasası etkili sonuçlar üretmeyecektir…”
Türk şirketleri hem kurumsal hem de sürdürülebilir olmak için “aile anayasasını” gündemine almaya başladı. Kurumsallaşmanın önemli adımı olarak aile şirketi anayasasının gerekliliğine inanıp bu konuda karar vermek, aile üyeleri için önemli bir aşama.
Prof.Dr. Ali Şen, aile anayasasının hazırlanması ve uygulanmasının yeterli olamayacağına, zaman içinde güncellenmesinin de gerekeceğine dikkat çekiyor. Prof. Dr. Şen “Rekabetteki şartlar her gün değişiyor, çevredeki şartlar değişirken sabit bir anayasa üzerinden hareket etmeniz uygun değil. Aile anayasalarının daima çevresel şartları analiz eden bir stratejik planlama ve yönetim süreciyle entegre edilmesi gerekiyor. Bunu yapmazsanız, dört dörtlük uygulasanız da başarısızlıkla karşılaşırsınız. Sistemin dışarıdan yönetilme özelliklerine kavuşturulmuş olması lazım. Bir sistem yönetim kurulları aracılığıyla yönetilemiyorsa profesyonelleşemez” diyor.K
Kurumsallaşan aile şirketleri, belirli bir vizyona ve misyona sahiptir. Yönetim, icra ve denetim görevleri birbirinden ayrılır. Şirkette, iş tarifleri, performans değerlendirme teknikleri ve benzeri çağdaş yöntemler uygulanır. Gelecek ve bugün ile ilgili tüm kararlar, “yazılı” olarak kayda alınır. Uzun vadeli ilkeler, bir aile konseyinde tartışılıp, şirket anayasası olarak belirlenir.
Kurucu baba ve üst düzey yöneticiler yetkilerinin büyük bölümünü astlarına devreder. Ayrıntılarla uğraşmayı diğer elemanlara bırakan yöneticiler daha çok strateji belirleme, yeni ürünler geliştirme ve yeni pazarlar bulma işlerine yoğunlaşır. Kurumsallaşmış aile şirketleri küreselleşme, yönetişim ve çevre koruma sorumluluğu gibi konularda büyük şirketlerin aldığı önlemlere benzeyen ama kendi örgütsel yapılarına uygun kararlar alma ve uygulama yeteneğine sahiptir. Bu şirketlerde ihracat yapacak duruma gelinmedikçe, artan ithalata karşı mücadele etmenin de imkânsız olduğu bilinir.